‘Otizm’ sözcüğü ilk olarak, İsveçli Psikiyatrist Eugene Bleuler tarafından, 1912 yılında ‘The American Journal of Insanity’ (Amerikan Ruhsal Hastalıklar Dergisi) adlı yayında kullanılmıştır. Türkçe’de “kendi” anlamına gelen, Yunanca αυτος (autos) kelimesinden türemiştir.
1943 yılında Amerikalı çocuk psikiyatristi Leo Kanner otizmi ‘Erken Çocukluk Otizmi’ olarak adlandırmış ve aşağıdaki özellikler doğrultusunda tanımlanmıştır. Kanner’e göre otistik çocuklar;
– Kendine yöneltilen sözel ifadeleri sıklıkla aynı şekilde tekrar eden, ‘ben’ yerine ‘sen’ gibişahıs zamirlerini ters kullanan, ekolalisi (söylenen sözleri aynı ses tonu ve vurguyla tekrar etme) ve gecikmiş dil gelişimi olan,
– Çok iyi bir belleğe sahip olan,
– Kendiliğinden başlattığı davranışları sınırlı oranda bulanan,
– Stereotip (aynı şekilde tekrarlanan bir seri hareket dizisi) hareketleri bulunan ya da belli hareketlere aşırı bağlılık gösteren,
– Aynılığı koruma isteği olan,
– İnsanlarla ilişki kurmakta zorluk çeken,
– Cansız nesne veya resimleri tercih eden, çocuklardır (Darıca vd., 1992:17). Kanner’dan bağımsız olarak Asperger de, 1944’te otizmi, yaklaşık 10.000 çocuktan dördünde doğumda ya da doğumdan sonraki ilk 30 ayda görülen, davranışla ilgili bir sendrom şeklinde tanımlamıştır (Darıca vd., 1992:17).
1961 yılında, Dr. Mildred Creak başkanlığında bir kurul, çocukluk otizmini daha açık şekilde ortaya koymak amacıyla ‘Dokuz Nokta’ diye niteledikleri bir teşhis ölçütü geliştirmişlerdir. Bu ölçüt, otistik çocuklarla uzun bir süre çalışma yapmış bir grubun gözlemlerine dayandırılarak geliştirilmiştir. ‘Dokuz Nokta’ ölçütünde, otistik çocuğun, kendi kişisel kimliğinin farkında olmaması, belli nesnelere bağımlılık geliştirmesi, nesneleri amacına yönelik kullanamaması, içinde bulunduğu ortamdaki değişikliklere karşı tepki göstermesi, mevcut normal ya da özel zihinsel yeteneklere sahip olmanın yanısıra gözlenen genel bir gerilik olması gibi özelliklere bağlı olarak tanımlanmaktadır. ‘Dokuz Nokta’ teşhis ölçeğindeki özellikler daha sonra O’Gorman (1967) tarafından tekrar geliştirilmiştir (aktaran Darıca vd., 1992:19).
Rendle-Short’un ‘Kontrol Listesi’ yöntemi ise; otizmi yalnızca tanımlayıcı nitelikte olup, otistik çocukları, diğer çocuklarla etkileşimde bulunmada güçlük çeken, sıklıkla tehlikelerin farkında olmayan, çevresindeki değişikliklere karşı çıkan, fiziksel temastan kaçınan, gereksinimlerini işaret ile belirten çocuklar olarak tanımlamıştır (Darıca vd.1992:19).
Rutter ve arkadaşları, yukarıda belirtilen tüm bu özellikleri tekrar gözden geçirerek geliştirmiş ve günümüze kadar, otistik çocuklar için öne sürülen tüm görüşleri dört ana şekilde özetlenmişlerdir. Buna göre:
1. Otizmin belirtilerinin ortaya çıkma sıklığı genellikle 30 aydan önce görülür.
2. Otistik çocukların konuşma ve dil gelişiminde belirgin bir gecikme söz konusudur.
3. Zihinsel gelişimle (örneğin, matematik, resim, müzik, ezber konularında beceri gibi) ilgisi olmayan, ancak sosyal gelişimle ilgili (örneğin, sarılma – kucaklama gibi fiziksel teması reddetmek, insanlara karşı genel bir ilgisizlik ve göz kontağı kuramama gibi) yetersizlikler olduğu görülmektedir.
4. Kalıplaşmış oyun becerileri gözlenmekle birlikte aynılığı korumada ısrar etme ve değişikliğe karşı tepki gösterme de belirgin davranışlar arasındadır (Darıca vd.1992:19).